|   Ticaret Hukuku | 2850 kişi okudu

Genel Olarak

2019 yılının Aralık ayında ilk olarak Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve halihazırda etkileri yoğun olarak ülkemizde de hissedilen corona virüsün, tıbbi ve toplumsal sonuçları yanında hukuki sonuçlarının da olacağı açıktır.

Ticaretin yerelleştirilmesinin ve kapalı bir ekonomi içinde var olmasının mümkün olmadığı bir çağda yaşıyoruz. İki aynı ülke tüccarının ticari ilişkisinde dahi bir uluslararası etken veya uluslararası etkenlere bağlı dinamikler, petrolün fiyatı, döviz kurları, siyasi gelişmeler, hammaddeye ulaşım imkânı, faizlerin durumu, kredibilite gibi kavramlar bugün sıradan bir vatandaş için de bilinir ve takip edilir durumdadır.

Bununla birlikte, Türk Ticaret Kanunu’nda tacir olmaya bağlanan sorumlulukların bir sonucu olarak, her bir petrol fiyatındaki dalgalanma, döviz kurlarındaki ani değişiklik, hammaddeye erişimde yaşanabilecek sıkıntılar veya faizlerde anormal değişiklikler, “sözleşme taraflarının edimlerini yerine getirmesini geciktirecek veya gerektirmeyecek gerekçeler” olarak karşımıza çıkmamaktadır. Tacir sıfatına bağlanan sorumluluklar, bu gibi risklerin gelişebileceğini öngörmeyi, ticaretin temelinin bu riskler üzerinden ilerlediğinin bilinmesini temelini esas alır. Fakat, hukuk, bir ihtiyaç ürünüdür. Bu ihtiyaç, bir edimi ifa etmesi, kendinden kaynaklanmayan ve öngörülmesi mümkün dahi olmayan bir sebeple engellenmiş, engellenmesi ihtimali bulunan veya mümkün olmamış ve nihayetinde tacir olmaya bağlanan sorumluluklarla çözüm üretilmesinin hakkaniyetli olmadığı durumlarda, edimi yerine getirme yükümü altında olan tarafın faydalanabileceği hukuki imkanlar sağlamayı gerektirmiştir.

Genel olarak mücbir sebep olarak nitelendirebileceğimiz bu hallerin gerçekleşmesine bağlı olarak doğan bu imkanların kullanılabilmesi için, olayın “öngörülmesinin kimseden beklenemeyecek bir olay olması”, “tarafların gerçekleşip gerçekleşmemesini kontrol altına alabilmelerinin mümkün olmaması”, “edim taahhüdünün verildiği tarihte bu sebebin ortaya çıkmamış veya edime etkisinin olmayacağının öngörülmüş olması ve, en önemlisi, bu mücbir sebep ile edimi yerine getirememe arasında bir illiyet bağının bulunması koşullarının bir arada gerçekleşmiş olması gerekir.

Dünya Sağlık Örgütü tarafından bir pandemi olarak ilan edilen corona virüsün ulusal ve uluslararası ticareti etkilediği, hükümetler tarafından alınan zorunlu önlemlerle birlikte üretim, tedarik ve tüketime engel olduğu ortadadır. Bu durumun, ticari sözleşmeler bakımından mücbir sebep olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği, pandeminin hukuki sonuçlarını tespit etmek açısından önemlidir.

Corona Virüs Mücbir Sebep Hali Midir?

Ticari ilişkileri daha önce etkileyen mücbir sebep halleri de göz önüne alındığında, corona virüsün ticari sözleşmeler bakımından, “şayet edimin ifasıyla corona virüs salgınının veya bu kapsamda alınan tedbirlerin veya bu kapsamda doğan kaos arasında bir illiyet bağı kurulabiliyor ise bir mücbir sebep olarak kabulü gerekir”. Bir başka ifadeyle, salgın tek başına ve objektif olarak tüm sözleşenler veya edim yükümlüleri için bir mücbir sebep hali teşkil etmeyecek; edimi ifa borcu olan tarafın, mücbir sebep nedeniyle edimini ifa edemediğini, yani ifa imkansızlığı içinde olmasıyla corona virüs arasında bir illiyet bağını ortaya koyması gerekecektir.

Mücbir sebep hali, niteliği itibariyle birden çok irade beyanının karşılıklı olarak bir araya gelmesiyle kurulan sözleşmede, öngörülemeyen bir sebep nedeniyle ifa imkansızlığı doğururken, taraflardan bu sebepten etkilenen tarafından bir adım atılmadıkça, kendiliğinden hukuki sonuç doğurmaz. Bu hukuki sonucu doğurmak için mücbir sebepten etkilenen tarafın sözleşmede belirlenen kurallar zincirine ve ayrıca dürüstlük kuralına uygun hareket etmesi gerekir. Bunun için de öncelikle, içinde bulunulan hukuki ilişkinin kaynağı sözleşmeye hangi ülke mevzuatının uygulanacağının tespit edilmesi, ilgili mevzuatın ifa imkansızlığına bağladığı sonuçların irdelenmesi, yine varsa sözleşmede belirtilen sürelere ve yazışma usullerine ve olay çözüm yollarına riayet edilmesi şarttır.

Bu açıklamaları bir örnekle de ifade edecek olursak:

Türkiye’de tekstil ürünleri üreticisi ve ihracatçısı bir firmanın, İtalya’dan almış olduğu siparişi hazırladığını ve ürünleri sözleşmeye uygun olarak yüklemek için hazır olduğunu alıcıya bildirdiğini düşünelim. Alıcı’nın ise, corona virüsü nedeniyle tüketimde durma olduğunu, ülkesinde sokağa çıkma yasağı ve salgın nedeniyle panik havasının bulunduğunu, malları teslim alma ve ödeme yapabilme imkanının olmadığını, mağazaların kapalı olduğunu belirttiğini ve doğan bu mücbir sebep nedeniyle sözleşme ile bağlı olmak istemediğini satıcıya bildirdiğini varsayalım.

Öncelikle bu hukuki meseleyi değerlendirirken, alıcı ve satıcı arasındaki sözleşmede kararlaştırılmış olabilecek “uygulanacak hukuk” maddesine bakmak, şayet taraflar sözleşmelerinde uygulanacak hukuka dair bir düzenleme getirmediler veya taraflar yazılı bir sözleşme yapmadılar ise, devletlerarası usul kuralları/kanunlar ihtilafı kurallarının uygulanması neticesinde, mücbir sebep dayanağı ve sonuçları ile ilgili uygulanacak hukuku tespit etmek gerekecektir. Bu örneğimizde teslim şeklinin FOB olduğunu ve Türk Hukuku’nun sözleşmeye uygulanacağını varsayarsak, İtalya’da bulunan alıcının, öncelikle;

  • Borcunun ifasının, yani malı teslim almak ve bedelini ödemek borcunun ifasının mücbir sebep nedeniyle yerine getiremediğini ve getiremeyeceğini mücbir sebebin varlığının öğrendiği tarihten itibaren derhal satıcıya bildirmesi,
  • Buna ilişkin ispata yarayacak tüm bilgi ve belgeleri satıcıya sunması,
  • Sipariş etmiş olduğu malı teslim alamaması ve bedelini ödeyememesi ile mücbir sebep arasında bir illiyet bağının olduğunu açıkça ortaya koyması ve
  • Satıcının zararının artmaması için gereken önlemleri alması gerekir.

Tüm bu koşulların gerçekleşmesi durumunda, alıcının malı teslim alma ve bedeli ödeme borcu sona ereceği gibi, şayet bir ön ödeme yapıldı ise bu ödemenin iadesini de satıcıdan talep etme hakkı olacaktır. Bununla birlikte, alıcının dürüstlük kuralına riayeti ve mücbir sebebin borcunu ifa etmesini imkânsız kıldığını ispat etmesi zorunludur. Burada dürüstlük kuralının önemi,

  • Mücbir sebebin ifa imkansızlığı doğurmamasına rağmen ekonomik olarak korunmak amaçlı bir araç olarak kullanılmaya çalışılması,
  • İfa imkansızlığının yani teslim alma ve bedeli ödeme borcunun kısmen dahi ifa edilebilmesi mümkün olmasına rağmen, bu noktada üreticiye bir teklifin yapılmaması,
  • Sözleşmenin uyarlanması durumunda alıcının teslim alma ve bedelini ödeme borcunu yerine getirebilmesi mümkün olmasına rağmen, bu yönde bir talebin öne sürülmemiş olması noktalarında kendini gösterecektir.

İfade etmek isteriz ki, mücbir sebep, borcu ifa etme (yani olayımızda İtalya’daki alıcının malları teslim alma ve bedelini ödeme borcu) imkânı bulunduğu durumlarda, sadece mücbir sebep gerçekleşmiştir denilerek borçtan kurtarmaz. Bir başka ifadeyle, “ekonomik olarak korunmak adımı” kanunun mücbir sebebe bağladığı hukuki sonuçlardan faydalanma hakkı vermeyecektir. Alıcının mücbir sebep nedeniyle doğacak ifa imkansızlığının, satıcı bakımından doğuracağı sonuçları basiretli bir tacir olarak göz önüne alması zorunlu ve dürüstlük kuralının bir gereğidir. Bu kapsamda, örneğimizdeki alıcının bulunduğu coğrafyada bir karantina uygulanması veya sokağa çıkma yasağı söz konusu olması veya teslim alma-ödeme yapma zincirinin çalışamayacak durumda olması söz konusu ise alıcının mücbir sebep nedeniyle sözleşme kapsamında borçlarından kurtulması mümkün olabilecektir. Bununla birlikte, bunun son çare olarak kullanılmasının gerekliliği de dürüstlük kuralının bir sonucu olduğu unutulmamalı, teslim alma-ödeme ertelemesi seçenekleri veya kısmi ifa talebi gibi tarafların zararını asgariye indirebilecek önlemler ilk çare olarak değerlendirilmelidir.

Mücbir sebebin örneğimizdeki alıcı için ifa imkansızlığı doğurduğu durumlarda, ifa imkansızlığı yaşamayan ve borcunu ifa etmeye (örneğimizdeki malı teslim etme borcu) hazır olduğunu alıcıya bildirmesine rağmen alıcı tarafından mücbir sebebin doğurduğu ifa imkansızlığı nedeniyle malı teslim edemeyen, ödemesini alamayan ve almış olduğu avans ödemesini de iade etmesi gereken satıcının durumunu ayrıca değerlendirmek gerekir. Satıcı, üretim için gereken maliyete malı alıcıya satabilmek adına katlanmış fakat alıcının mücbir sebep nedeniyle borcundan kurtulmasının tüm olumsuz etkilerini üzerinde yaşamış taraf olacaktır. Bununla birlikte satıcı, şayet mücbir sebebin gerçekleşmediğini veya alıcı bakımından bir ifa imkansızlığı doğurmadığını iddia ediyor ise, TBK’nın 106. ve devamı maddelerinde düzenlenen “alacaklının temerrüdüne ilişkin” hükümlerin uygulanmasını sağlayabilir. Buna göre, kendisine malı teslim etme edimi önerilen alacaklı (yani örneğimizdeki alıcı) haklı bir sebep olmaksızın malı kabulden kaçınır ise, temerrüde düşecek, satıcı, TBK’nın 107 veya 108 maddeleri uyarınca tevdi veya satma haklarını kullanabilecektir.

Bununla birlikte, satıcının borcunun bir parça borcu olması halini ayrıca değerlendirmek gerekir. Parça borçları, bireysel özellikleriyle ve ferden tayin edilmiş borçlardır. Örneğin spesifik olarak o alıcı için üretilmiş markalı ve tasarımı alıcıya ait bir tekstil ürünü parça borcudur. Bu durum, malın TBK’nın 108. maddesi kapsamında malın satışına izin verilmesini talep etme hakkı kullanılsa dahi, alıcı bulunamamasını veya satıcı ile alıcı arasında mevcut sözleşme içeriğine göre üçüncü bir kişiye o markalı ve o tasarımlı ürünlerin satışının engellenmiş olması nedeniyle, tazminat riski doğurarak satış yapılması sonuçlarını doğurabilir. Bu nedenle, her bir somut olay farklı değerlendirilmeli ve satıcının, alıcı tarafından dayanılan mücbir sebep olgusunu kabul etmemesi durumunda, kullanabileceği hakları yanında mücbir sebebin yargı organlarınca tespiti halinde, bu ana kadar yapmış olduğu işlemler nedeniyle karşılaşabileceği riskleri de öngörmesi gerekir.

Yine belirtmek isteriz ki, mücbir sebebi doğurabilecek olguların veya mücbir sebebin hukuki sonuçlarının taraflar arasındaki sözleşmede düzenlenip düzenlememesinin, mücbir sebebe bağlanan haklardan faydalanma hakkına etkisi bulunmamaktadır. Ticari sözleşmelerde, mücbir sebep hallerinin sıklıkla genellemeler içeren klozlar olarak ve tahdidi olmayacak şekilde düzenlendiğini görürüz. Bunun amacı, halihazırda niteliği itibariyle “öngörülemeyecek” bir olgunun sözleşmeye eklenebilmesindeki zorluktur. Bu nedenle, mücbir sebep olarak nitelendirilebilecek bir olgunun, muhakkak sözleşmede düzenlenmiş olması aranmamalıdır. Yine, yazılı olmayan sözleşmeler bakımından da mücbir sebep vardır ve edimin ifasını etkilemiştir denilebilir ise, mücbir sebep nedeniyle etkilenen tarafa sağlanan imkanlardan faydalanılabilecektir.

Bu yaptığımız açıklamalar Türk Hukuku bakımından geçerlidir. Yukarıdaki örneğimizde eğer uygulanacak hukuk İtalyan Hukuku olsaydı bu kez aynı değerlendirmeleri yapabilmek için bu kez İtalya mevzuatında mücbir sebebin uygulanma hali ile sonuçlarını değerlendirmek gerekecekti. Zira, satıcı tarafından açılması gerekebilecek bir davanın İtalyan Hukuku’na göre görülmesi gerekecekti. Mücbir sebebi inceleyecek ve görecek mahkeme de sözleşmede hüküm varsa o ülke mahkemesi, hüküm yok ise uygulanacak hukuka göre yetkili ve görevli olacak mahkemedir. Örneğimizdeki FOB teslim şekline göre uygulanacak hukuk Türk Hukuku, yetkili Mahkeme Türkiye Cumhuriyeti Mahkemeleridir.

Kambiyo Senetlerinden Doğan Borçların Durumu

Yukarıda genel hatlarıyla açıklanan durumlar dışında, özellik gösteren bir diğer durum olan kambiyo senetlerinden doğan borçların ifasının ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir.

Vadesi gelmemiş bonolar ile ileri keşide tarihli çeklerin, ödeme tarihi geldiğinde, düzenleyen borçlu ve/veya cirantalar mücbir sebebe dayanarak ödemeden kaçınabilecek midir? Öncelikle belirtmek isteriz ki kambiyo senetlerine özgü düzenlenen mücbir sebep maddeleri (poliçe için TTK m. 731, bono için TTK m. 778 atfı ile m. 731, çek için m. 811) sadece ibraz ve protesto hallerini kapsamakta olup; ödememe hali için öngörülen herhangi bir mücbir sebep düzenlemesi bulunmamaktadır. Bu sebeple, Borçlar Kanunu genel hükümleri ile kambiyo senetlerinin genel özellikleri birlikte değerlendirilerek bir sonuca varılmalıdır.

Kambiyo senetlerinin soyutluğu prensibi ve sürekli el değiştiriyor olması sebepleriyle, temel ilişkinin tarafları arasında ileri sürülebilecek mücbir sebep durumunun, kambiyo ilişkisi içerisine giren tüm kişilere karşı ileri sürülebilmesi fiziken mümkün olmayacaktır. Düzenleyen kişi, hamili ancak kambiyo senedinin ibrazı anında tespit edebilir ki bu anda hamil, belki daha önce hiç tanımadığı düzenleyenin gerçekten mücbir sebepten etkilenip/etkilenmediğini, yukarıda açıklandığı gibi mücbir sebebe dayanma sebeplerinin düzenleyen nezdinde gerçekleşip gerçekleşmediğini tespit edebilme imkanına sahip olmayacaktır. Ödememe durumunun tespiti için sınırlı sürede ibraz ile yükümlü olan hamil, başvuru haklarına zarar gelmemesi için bu süreyi de kaçırmak istemeyecektir. Çeklerde muhatap bankaların bu gibi incelemeleri yapma hak ve yetkisinin olmadığı da düşünüldüğünde, mücbir sebebin kambiyo senetlerinde ödememe gerekçesi olarak kabul edilmesinin fiilen mümkün olmayacağı söylenebilecektir.

Tüm bu açıklamalar dışında; TTK m. 754 uyarınca poliçelerde (bono ve çek için de uygulanacağına dair atıf var) kanuni veya yargısal atıfet süreleri geçerli değildir. Bu açık hüküm sebebiyle de mücbir sebebin borçlu lehine ek bir süre tanımayacağı sonucuna ulaşılabilir.

Nama yazılı kambiyo senetlerinde ciro, alacağın temliki hükümlerine tabi olduğu için cirantanın, düzenleyen ile lehtar arasındaki temel ilişkinin şartlarını bilme imkanı bulunmaktadır. Aynı şekilde kambiyo senedi, tedavüle çıkarılmaksızın sadece temel ilişkinin tarafları arasında kalmışsa, düzenleyen, mücbir sebebe dayanarak (açıklanan şartların bir arada gerçekleşmiş olması şartıyla) ödemeden kaçınma hakkını lehtara karşı ileri sürebilecektir.

Sonuç olarak, mücbir sebebin gerçekleştiğinin ileri sürülmesi, kambiyo senetlerinin niteliği gereği fiilen mümkün gözükmemektedir. Ancak en nihayetinde, özel hukuk ilişkisinden kaynaklanan bir borç söz konusu olduğu için alacaklı ile borçlunun herhangi bir sebeple anlaşmaya varması ve mücbir sebebin uygulanma koşullarının gerçekleştiğini kabul etmesi durumunda, mevcut kambiyo senedinin borçluya teslimi (iadesi) karşılığında; kambiyo senedinin vadesinin değiştirilmesi, başka bir ödeme yönteminin seçilmesi veya edimlerin karşılıklı olarak iade edilerek borcun sona erdirilmesi gibi çözümler kabul edilebilecektir.

Sonuç

Her bir somut olayın farklı dinamikleri de beraberinde getirdiği göz önüne alındığında;

  • Mücbir sebep doğuran olay ve edim yükümü ayrı ayrı değerlendirilmeli,
  • Uygulanacak hukuk tespit edilip, mücbir sebebi doğuran olayların ve ayrıca mücbir sebebe bağlanan hukuki sonuçların her bir ülke hukukuna göre farklı olabileceğine dikkat edilmelidir.
  • Kambiyo senetlerinin ise niteliği (sebepten soyut ve tedavülü mümkün olması) mücbir sebep nedeniyle kambiyo senedine bağlanan borçtan kurtulmak imkânı vermemektedir. Bu noktada, kambiyo senedinin doğru kullanımı ile senet borçlusu ve lehtarı arasında dürüstlük kuralına uygun ve yapıcı görüşmeler yapılması önem arz etmektedir.

Nihayetinde, corona virüs salgınının ciddiyeti ve etkileri, tüm hukuk sistemlerinde kabul edilebilecek bir mücbir sebebin gerçekleştiğini ortaya koysa da her bir somut hukuki ilişkinin dinamikleri ve tarafların edim kapasiteleri ile imkanları, mücbir sebebin hukuki sonuçlarından faydalanılıp faydalanılamayacağı ortaya koyacaktır. Bu süreçte, mevcut hukuki durum analizinin doğru yapılmasının önemi vurgulamak ve hukuk desteği sunmak konusunda her zaman yanınızda olduğumuzu bilmenizi isteriz.

Yararlı olması dileğimizle.



 Paylaş


 Yorumlar (0)

Bu içerik için henüz yorum yapılmadı. İlk yorumu siz yapın.

 Yorum Yap

Bu içerik hakkında sorularınızı, görüşlerinizi veya eleştirilerinizi bizimle paylaşabilirsiniz. Email adresiniz kimseyle paylaşılmayacaktır.